İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2016/6618 E., 2018/6877 K. ve 17.10.2018 tarihli kararı)
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2012/1515 E., 2012/2284 K. ve 21.02.2012 tarihli kararı)
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2010/4386 E., 2010/5255 K. ve 05.05.2010 tarihli kararı)
İnançlı işlemleri doğrudan doğruya düzenleyen kanun hükümleri yoktur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. İnançlı işlemler, kişinin kendisini gizlemek amacıyla yapılabileceği gibi teminat amacıyla veya alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla da yapılabilecek işlemlerdir. Kural olarak devir edilebilir nitelikteki tüm haklar inançlı işleme konu olabilir. Bu itibarla kişiye sıkı sıkıya bağlı olan kişisel haklar ile aile miras hukukundan doğan hakların inançlı işlem ile devredilmesine olanak yoktur. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/13-14 E., 2011/189 K. ve 15.04.2011 tarihli kararı)
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2012/14861 E., 2013/1616 K. ve 06.02.2013 tarihli kararı) Bu durumda açılacak olan dava da inançlı işlem nedeniyle tapu iptal ve tescil davasıdır.
Uygulamada inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil davalarında en önemli husus taraflar arasındaki inanç sözleşmesinin ispatıdır. İspat hususu ise 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı içtihadı birleştirme kararı baz alınarak çözümlenmektedir. Bu karara göre taraflar arasındaki inanç sözleşmesinin ispatındaki kriterler şu şekildedir;
- İnançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen taraf 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 6.maddesi uyarınca iddiasını ispat etmek zorundadır. İnançlı işleme dayalı olan iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delil ile yapılır. Bu yazılı delil, inançlı işlem iddiasında bulunan kişinin getireceği ve tarafların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, inanç sözleşmesinin yazılı olması koşulu geçerlilik şartı olmayıp bir kanıtlama aracı olduğu, öğretide ve uygulamada oybirliğine yakın bir çoğunlukla kabul edilmektedir. Kazandırıcı işlem resmi şekilde yapılsa dahi inanç sözleşmesinin resmi şekilde yapılması gerekli olmayıp sadece yazılı yapılması zorunlu ve yeterlidir. Nitekim bu husus yukarıda etraflıca açıklandığı üzere 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında da açıkça belirtilmiştir. Öteki deyişle, tapulu taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararının bir gereğidir. İnançlı işlemin ana unsurları, inanç sözleşmesi ve kazandırıcı işlem (hakkın devri işlemi) nasıl özel bir şekle bağlı değilse, inançlı işlemin ispatında da kural olarak özel bir biçim koşulunun aranmaması, inançlı işlemin ispatında genel hükümlerin uygulanması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/14-394 E., 2010/395 K. ve 14.07.2010 tarihli kararı)
- Açıklanan nitelikte bir yazılı inanç sözleşmesinin bulunmaması durumunda ise taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla birlikte bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden/hakimiyet alanından çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa inançlı işlem ilişkisi her türlü delille ispat edilebilir.
İlgili ispat kriteri ile HMK 202/2 hükmünde yer alan yazılı delil başlangıcından bahsedilmektedir. Bu maddeye göre “delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.” İlgili madde hükmüne göre bir belgenin yazılı delil başlangıcı sayılabilmesi için davanın karşı tarafının elinden / hakimiyetinden çıkmış, bizzat karşı tarafça veya temsilcisi tarafından verilmiş ya da gönderilmiş bir belge bulunmalıdır. Eğer delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2011/15320 E., 2011/16336 K. ve 29.12.2011 tarihli kararı)
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde hâkimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2015 tarihli, 2014/14-516 E. 2015/2838 K. sayılı kararı da bu doğrultudadır.)
Yargıtay tarafından verilen kararların büyük bir çoğunluğunda taraflar arasındaki inanç ilişkisinin ispat edilip edilmediği noktasında değerlendirmeler yapılmıştır. Örneğin;
“Somut olayda dava konusu olan ve davalı uhdesinde bulunan B.. A.Ş hisselerinin tamamı, öncesinde ayrı bir hukuki kişilik olan A..A.Ş’ ye ait olup, bu şirket tarafından davalıya devir edilmiştir. Anılan şirket bu davada taraf olmadığı gibi devre ilişkin yönetim kurulu kararı ile diğer devir belgelerinde inançlı şekilde hisseleri davalıya devir ettiğine dair bir açıklık bulunmamaktadır. Davalı ile bu şirketin hisse devri konusunda inançlı şekilde hareket ettiklerine dair başka kanıt da sunulmamıştır. Ayrıca, yargılama ile davalı Celal .imzasını taşıdığı anlaşılan ve kendisine ait hisselerden 9780 adedinin davacılara devrine ilişkin bulunan belge içeriğinde de inançlı işlemle ilgili bir veri bulunmamaktadır. Anılan bu belge, inançlı işlemle ilgili olmayıp, davalının, dava dışı B..A.Ş’ deki hisselerinin bir kısmının davacılara devrine yönelik iradesini yansıtan sözleşme niteliğindedir. Davacıların, davalının kendilerine kâr payı ödediğine dair sundukları banka dekontu içeriğinde de kâr payı ödemesi olduğuna veya inançlı işleme delalet eden bir açıklamaya yer verilmemiştir. Öte yandan, davacılarca sunulan ve dava dışı B..A.Ş’ nin Almanya’daki firmayla yapacağı iş girişimiyle ilgili olarak davacı Ü.. A..’a davalı Celal A.. tarafından bilgi verilmesi içerikli faks belgesi de inançlı işlemi kanıtlamaya yeterli değildir. Faks çekim tarihi itibariyle A..A.Ş. çok küçük de olsa B..A.Ş’ de halen hissedardır. Bu tarihten önce davalı tarafından B..Ş’ deki hisselerinin 9780 adedi 25.07.1994 tarihli sözleşme ile davacılara devir edilmiş olup, her ne kadar bu devir şirkete bildirilmemiş ise de dava dışı B..A.Ş’ deki gelişmelerden davacı Ü.. A..’ın haberdar edilmesi, aralarındaki ilişkilere uygundur. Ayrıca, davacıların, davalının A..A.Ş’ den devir yoluyla aldığı hisselerin %60’nın gerçekte kendilerine ait olduğu, bu paylar itibariyle davalının 11 yıl boyunca inançlı vekil olarak hareket ettiği iddiası, taraflar arasında yapılan devir sözleşmesi ve olağan hayat tecrübeleri dikkate alındığında TMK’nun 2. maddesiyle de bağdaşmamaktadır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2014/801 E., 2014/891 K. ve 12.11.2014 tarihli kararı)
Bir başka kararda ise;
“Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde davacı, gizli ortaklıktan söz ederek, vekili olan davalının banka hesabına hisse satışı nedeniyle gelen paranın davacı ile dava dışı ortağı İshak Baruh’un borcuna mahsuben S. B. ödenmesini üstlendiğini ancak bunu belgelendirmemesi nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek, davalının elinden çıktığını ileri sürdüğü belgeler ile kendisi, İ.B.ve S.B. arasında düzenlenen çeşitli belge fotokopileri ibraz etmiştir.
05.12.1947 gün 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, inançlı işleme dayalı bir davanın kural olarak yazılı delille kanıtlanması gerekmekte ise de, inanç sözleşmesi, yazılı belge ile kanıtlanamadığına göre, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek, karşı tarafın elinden çıkmış yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin varlığı halinde; inanç sözleşmesi tanık dahil her türlü delille ispat edilebileceğinden, mahkemece davacı tarafından ibraz edilen belgelerin yazılı delil başlangıcı sayılıp sayılmayacağı ve buna istinaden tanık dinlenip dinlenmeyeceği üzerinde durulup, davacı tarafından ibraz edilen tüm deliller ve bu kapsamda davacı ile S. B. arasında görülen menfi tespit davasında verilen hüküm ile bu davadaki beyanlar birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/376 E., 2014/49 K. ve 29.01.2014 tarihli kararı)
Görüleceği üzere uygulamada inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescil davalarında en önemli nokta inanç ilişkisinin ispatıdır. Bu konuda 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı içtihadı birleştirme kararı iyi değerlendirilmeli ve hangi belgelerin delil başlangıcı olacağı noktasında hukuki tahlilin iyi yapılması gerekmektedir.
AV. HÜSEYİN ORHAN ÖNLEN & AV. SERCAN GÜL